Haberler / Blog

DAĞCILIKTA HAYALLER, HİKAYELER VE BUNLARIN AKTARIMI
Tarih: 12 12 2020 | 81DAĞCILIKTA HAYALLER, HİKAYELER VE BUNLARIN AKTARIMI
Reinhold Messner, yazılarından birisinde “yapılan bir tırmanışın/dağcılığın değerlendirilmesinde, dağcılık sanatının kendisi önemli değil, onun hikayesini anlatabilme sanatı önemlidir” der.
.
Evet, istediğimiz kadar dağlarda gezmiş, tırmanmış olalım, fakat bu yaptıklarımızı aktarmıyorsak veyahut aktaramıyorsak, o yaptıklarımızın tümü kuşkusuz bizim iç dünyamızı bir ömür boyu zenginleştirecek olsa da, ancak dağcılık camiası tarafından pek bir şey ifade etmeyecektir. Sadece bizimle birlikte tırmanmış olanlar, bir müddet belki bizden bahsetmeye devam edeceklerdir, o kadar. Diğer yandan, dağlarda yaşadıklarımızın, salt bizim kendi anılarımızı zenginleştirmesini, renklendirmesini yeterli buluyorsak, bunları paylaşmayı gerekli görmüyorsak, buna karşı elbette söylenebilecek hiç bir şey olamaz.
.
Dağlarda yaşadıklarımızı neden yazarız, neden aktarma ihtiyacı hissederiz? Bir çok kişi hemen bunun cevabını, “ego” diye yapıştıracaktır. Hiç kuşku yoktur ki, bir şeyleri yazmakta, “ebediyete” mal etmekte belirli bir ego tatmini sözkonusudur. Ancak yazmayanların bence anlamadıkları üç husus vardır:
Bunların ilki, yazmanın yazara verdiği hazdır. Yazmak elbette bir sınamadır. Bu yüzden yazarken bunalım geçirmek pek doğaldır. Fakat bir de kelimeler aktı mı, onun keyfine doyum olmaz. İşte bu sınama/haz sarmalı, bir dağı tırmanmak kadar zorlu, zorlu olduğu kadar da keyiflidir. Ancak nasıl ki dağcılık herkese göre değil ise, yazmak da herkese göre değildir.
İkincisi, bizim lisanımızda tam karşılığı olmayan, fakat Almanca’da tek bir kelime ile çok güzel ifade bulan “Nachfreude”, yani “faaliyet sonrası anıların tekrar yaşanmasının verdiği sevinç ve mutluluk” duygusudur. İnsan, dağlarda yaşadıklarını yazarken, düşünce ve duygu dünyasında tekrar o günlere geri döner, o günleri ve anları yeniden yaşar, hatta artık aramızda belki olmayan insanlarla yeniden kavuşur, onlarla hasret giderir. Tabii burada, yazılanların hatırlanan gerçeklik olduğunu ve gerçeğin kendisi olmadığını da unutmamakta fayda vardır. Kısacası, yazılanlar özneldir ve aynı hadiseleri birlikte paylaşmış olanlar, onları çok farklı aktarabilmektedirler. Bununla birlikte, bu olgu, aktarılanların değerini azaltmamaktadır.
Üçüncüsü ise başkalarının hayatlarına belki dokunabilmek, onların ufuklarının genişletilmesine mütevazi de olsa katkı sunabilmek, daha yaratıcı ve dolayısıyla besleyici bir geleceğe doğru evrilmelerinde yollarını bir nebze aydınlatabilmektir.
.
İşte, yukarıda sıraladığım bu üç dürtüyü, hatta dürtünün de ötesinde gereksinimi anlamayanlar, yazanların tek motivasyonunu ancak “ego tatminiyle” açıklayabilmektedirler.
.
Dağcılığın merkezi, alpinizmden tırmanışa doğru kaydıkça, hikayelerin azalmakta olduğunu da düşünmeden edemiyorum. Sonuçta hikayeleri yaratan yaşanmışlıklardır. Tırmanış derecelerinden ve hamlelerinden hikaye çıkarmak bence pek zordur. Zira dağlarda gözleri sadece “derecelerin betimlediği rotaları” gören tırmanıcıların hayal üretmeleri, hiç de kolay değildir. Hayalin olmadığı yerde de, en azından benim için hikaye yoktur.
.
Dağcıların, dağlarda, dağcılıkta ürettikleri hayaller kadar, dağlarda yaşanmışlıkların aktarımında ürettikleri hayallerin de, en azından kendileri bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu aktarım sürecinde, geçmişte yapılan dağcılığın üzerinde düşünülmesi, dağlarda deneyimlenenlerin yeniden zihinde yaşatılması ve yaşanması, gelecek dağcılık hayallerinin üretilmesinde, bir diğer ifadeyle “yaratıcılıkta” çok önemli bir kaynaktır diye düşünüyorum. Yani, aktarmak, okuyanlar için besleyici olabildiği kadar, aktaranın kendisi bakımından belki daha da besleyicidir. Bu yüzden kısacası, dağcılığın evde de devamı, dağcılık dediğimiz bütünün vazgeçilmez bir parçasıdır.
.
Fakat benim bakımımdan aktarımın da biçimsel bir estetiği olmalıdır. Bu sabah aklımdan, yukarıdaki düşünceler ve bunları kaleme almak geçerken, dağcılığın aktarımında (en azından yazılı aktarımında), gerçek dünyanın baskıları ile biz aktaranların hayalleri arasındaki çelişkiler, tesadüfi olarak, eli kalem tutan eski bir dağcı dostumun bana yazdıklarıyla dikkatime geldi.
.
Aktarımın kendisi, yani içeriği önemli olduğu kadar, onu aktaran bakımından, formatı da bir o kadar önemlidir. Zira o format da aktarım hayalinin ve keyfinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bir tek aktaran, hikayesinin hangi formatta ve nasıl bir içerikle aktarıldığında, okuyucularına en etkin şekilde ulaşabileceğini hissedebilir ve bilebilir. Aktaran bakımından, aktarılan hikaye merkantil bir meta değil, kendi varoluşunun bir parçasıdır. Fakat gerçek dünyada, en azından baskı yoluyla aktarım (yani kitap), kar/zarar kurallarına bağlı merkantil bir metaya dönüşmüştür. Bu merkantilizmi aşmak için ise, günümüzde, dijital platformlar bir alternatif sunmaktadır.
.
İşte yukarıda bahsettiğim dağcı dostum, yazışmamızda, dağcılık anılarımın pdf formatında dijital olarak bir araya getirilmesine asla izin vermeyeceğimi belirtmeme sert tepki gösterdi. Hiç şaşırmadım.
.
Ben, hayata olduğu gibi, dağcılığa da mühendis kafasıyla değil, romantik, idealist gözlüklerle bakageldim. Mühendis kafa yapısı sorunları aşmaya kurgulanmıştır. Biçim, estetik önemli değildir. Arkadaşım bakımından, benim dağcılık anılarım ama ufak, ama geniş bir kitleye pdf formatında elektronik olarak ulaştığında, amaç hasıl olmuş olacaktı. Oysa bu benim dağcılık estetiğimle çelişiyordu. Bu sebeple de, o arkadaşım bakımından ben inatçı, olumsuz bir karakterdim. Biçimi içeriğin önüne koyuyordum. Yani eski Türkçe’mizdeki deyimle mazrufa değil, zarfa bakıyordum.
.
Ülkemiz dağcılığında hayaller, hikayeler ve bunların aktarımı konuları, sanırım zihinlerimizi bir müddet daha meşgul etmeye devam edecek.
ÖMER BURHAN TÜZEL